Bugun...


Şaban KUMCU

facebook-paylas
Vasıl olmaz kimse Hakk’a, cümleden dür olmadan, Kenz açılmaz bir gönülde, taki pür nur olmadan.
Tarih: 05-05-2022 21:42:00 Güncelleme: 07-05-2022 22:29:00


Vasıl olmaz kimse Hakk’a, cümleden dür olmadan,

Kenz açılmaz bir gönülde, taki pür nur olmadan.

 

NUTKU ŞERİF

ŞABAN KUMCU

“Her türlü kötüklükten uzaklaşmadan Hakk’a kavuşulmaz. Kalp tertemiz olmadan, gönlün hazineleri açılmaz.”

Sür çıkar ağyarı dilden, ta tecelli ede Hakk.

Padişah konmaz saraya, hane mamur olmadan.

“Hakk’ın bir kalpte görünebilmesi için, o kalpten kibir, iki yüzlülük, kıskançlık, kin, öfke ve dünya sevgisini çıkarmak gerekir. Allah, böyle bir kalbe misafir olmaz.”

Mütü kable en temütü, sırrını fehmeyleyen,

Haşr u neşri gördü bunda nefha i sür olmadan.

“Ölmeden önce ölünüz” sırrıyla, nefsini yok eden bir kişi, sur üflenmeden dirilişe nazar eder.   Yeniden diriltilip, mahşer yerinde toplanılacağını görür ve her an kendisini Allah’ın huzurundaymış gibi hisseder. Tasavvuf diliyle ihsana kavuşur.”

Sen müyesser eyle ya Rab, bizlere beytin tavaf,

İlmin ile amil eyle, vade tekmil olmadan.

“Ya Rab, ömrümüz sona ermeden, öğrendiklerimizi, bildiklerimizi uygulamayı bize nasip et. Senin evini “Kabe’yi” tavaf etmek için bize kolaylıklar ihsan eyle...”

…………………

Bir acayip derde düşmüş, Şemsi yanıyor müdam,

Hakk’a makbul olmak ister, halka menfur olmadan.

“Şemsi, öyle bir aşka tutulmuştur ki, daima yanmaktadır. Hak katında makbul olmak isteyenler halk tarafından hor görülmeye, kötülenmeye razı olmalıdır.”

13. ve 14. Yüzyıl’da Anadolu’da tasavvuf geleneğini; Aşık Paşa, Şeyh Hamidüddin-i Veli, (Somuncu Baba) Hacı Bayram-ı Veli, Hacı Bektaş’ı Veli ve Yunus Emre gibi mutasavvıf şairler temsil etmiştir. 16. Yüzyıl’da tekke ve tasavvuf geleneği, bir Anadolu evliyası olan Şemseddin Sivasi’yle yoluna devam eder. Şiirlerini halkın anlayacağı bir Türkçe ile yazan Şemseddin Sivasi, şiiri halkı irşad etmek için, önemli bir fırsat olarak değerlendirir. Son derece açık, samimi bir ifadeye sahiptir. Sağlam ve sade üslubu, arifane söyleyişi halk tarafından çok sevilmiştir. Arapça, Farsça kelime ve terkipler kullanmakla beraber, en derin konuları sağlam bir Türkçe ile ifade etmiş, anlaşılması zor, girift dolaylı anlatımlardan uzak durmuştur. Halkın anlayabileceği bir anlatım tarzını tercih eden Sivasi’nin, eserlerinde derinden gelen bir hissiyat hakimdir. Şiirlerinde Şemsi mahlasını kullanmıştır.

Şemseddin Sivasi, tasavvufta, Allah’ın rızasını merkeze almıştır. Rıza halinin kemalini, mücahede eğitimine, sabır sebat gayretine, tevazu duygusuna, ihlas hassasiyetine ve zikir diriliğine bağlamıştır.  Rıza; hiddet ve kızmanın zıddıdır. Memnun kalmak, onaylamak, huzur bulmak, beğenmek, kabullenmek, arzulamak, seçmek, uygun görmek, yetinmesini bilmek, şikâyet etmemek, başa kakmamak anlamlarına gelmektedir. Tasavvufi tecrübede rıza; “Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular”, ayetinden hareketle, Rıdvan’a (hoşnutluk), iç huzura, gönül rahatlığına, sükûnete kavuşmaktır. Şemseddin Sivasi, hayata bir imtihan nazarıyla bakar. Bizleri her defasında hikmet-i Huda’ya dikkat kesilmeye davet eder. O, alemde asla tesadüfe yer olmadığını bilir. İlahi tecellileri, teslimiyet ve tevekkülle Allah’a havale eder. Her birimizin ayrı imtihanı vardır. İsyan, hazımsızlık, egomuzu tatmin, kendini merkeze koyma gibi bakış açılarını reddeder. Mümin bir kul Hak’tan razı olmalıdır.

Kimisin bir pula muhtaç eder ol,

Gıdasın az veriben aç eder ol.

Kimine mülk ediptir şark u garbı,

Kanaat vermez eder darb u harbı,

Kimisi bulmaz giye abayı,

Kimisi ar eder giymez dibayı.

…………….

Kimin cahil kimin dana ediptir,

Kimin Ali kimin edna ediptir.

Kimisin eylemiştir zar u haste,

Yatar külhan bucaklarında beste.

……………..

Eder bu hal ile hamd ü senayı,

Demez ki bana çektirdin belayı.

Şemseddin Sivasi’nin bu beyitleri bize, Rabiatu’l-Adeviyye’nin şu sözlerini hatırlatır. Kendisine; kul rıza makamına ne zaman erişir, diye sorulunca şöyle cevap verir; “Allah’ın nimeti kadar, musibeti de kendisini memnun edince…”  Nefs-i raziye derecesine ulaşan bir kul, kâinatta ayrılık, gayrılık, acı, felaket, kötülük ve keder görmez. Allah’ın takdir ve yazgısına mutlak bir itaate bürünür. Rıza makamında kul, benlikten kurtulur. Kişi olarak yalnızlığın her derecesinden uzaklaşır, Allah’a kavuşma yolunda mesafeler kateder. Ruhen huzur ve güven içinde olma, uğruna feda olunan adanmış bir aşk, başkalarını anlama duygusu, içtenlik ve her fırsatta insanlığa faydalı olma gayreti; rıza halinin göstergeleridir. Bu hal hayatın doğal seyrinde sürmesini kabulleniştir.

Katrenin deryaya kavuşması gibi hak yolunun yolcusu da varlık macerasının sonunu görür. Kişiliğini benliğin alışılmış adetlerinden, gelecek derdinden uzak tutar. Anda yaşar ve vaktin şuurunda olur. Mazi ve istikbal düşüncelerinden kurtulur. Kişilere ve toplumlara yapılan dayatmalara, kısır döngülere tavır koyar. Cahidi Ahmet Efendi’ye göre; kul birinci derecede, can ve bedeniyle Allah’ın rızasına uygun işlerde bulunmalıdır. İkinci derecede; Allah’ın her türlü kaza ve belasına razı olmalıdır. Üçüncü derecede; her zaman işi rıza olmalıdır. Hak Teala ne dilerse o da onu dilemelidir. Şemseddin Sivasi; kulun manevi mertebebesine bağlı olarak rızanın farklı derecelerde ortaya çıkacağını söyler.

Mücahede Eğitimi

Nefsimizin ıslahı yolunda mücadeleyi tavsiye eden Şemseddin Sivasi; peygamberleri örnek gösterir. Hz. Eyüp’ün bela yağmuruna maruz kalması, Hz. Yakup’un hasret ateşinde yanması, Hz. Yusuf’un kuyunun derinliklerinde ve zindanlarda bedel ödemesi, Hz. Yahya’nın davası uğruna hayatını feda etmesi ve Hz. Musa’nın yurdunu terk etmesinden dersler çıkarmalıyız. Bu yolun yolcuları peygamberlerin halleriyle hallenmelidirler. İlahi ihsana nail olmanın yolu kulluğun gereklerini yerine getirmekle olur. Divanı’nın ilk gazelinde, hakikat yolunun yolcularını serdengeçtiler olarak nitelendirir. Tasavvuf yolunda rızaya eremeyen ihsana da kavuşamaz.

Derde deva isteyen derman nedir bilmedi,

Cevrini telh anlayan ihsan nidür bilmedi.

Aşkında sadık-isen ver varını yolunda,

Can ile başa kalan canan nedir bilmedi.

Derd-i aşka düşmeyen dermana olmaz aşina,

Cevre mahrem olmayan ihsana olmaz aşina.

.……………..

Arif olmak isterisen gel nedanem dersin al,

Bildüğünden geçmeyen irfana olmaz aşina.

Sabır ve sebat gayreti

Şemseddin Sivasi, tüm sıkıntıların çaresini sabırda görür, sabredenlerin selamete ereceklerini söyler. Zahmeti rahmet dengesine, rahatı mihnet ilişkisine, dermanı dert birlikteliğine, cananı can beraberliğine, merhemi yara irtibatına bağlar. Hak yolunun yolcusu sabırla olgunlaşacaktır.

Kimun kim yaresi var merhemi var,

Tabib ile anın bir hoş demi var.

Tasavvufi ahlakın en bariz özelliği sabır ve sebattır. Hak dostlarının sabırla hedeflerine varacaklarını murabba şiirinde dillendirir.

Nice gül yüzlüler düştü türaba,

Gönül sabr eyledi elhamdülillah.

Ciğer ma’muresi vardı haraba,

Gönül sabr eyledi elhamdülillah

Allah bela ve musibetlere sabreden kulunun elbet günahlarını affedecektir. Sivasi derdi de dermanı da Allah’tan bilir. Merhametlilerin en merhametlisi Allah olduğu için, gam yarasının merhemini de o verecektir. Kulun dünya malına, bağ ve bostana, varlık ve servete aldanmamasını tavsiye eder.

Tevazu (alçakgönüllülük) duygusu

Arzu ve istekleriyle mücadele eden bir insan, sabırla yol alırken, yolda haddini bilmeli, kendi zayıflığını görmeli, fakr duygusuyla, kendisini her zaman Allah’a muhtaç bilmeli, kula yakışan bir edeple Allah’ın huzurunda mütevazi bir tavır sergilemelidir. Şemseddin Sivasi’ye göre; tevazu, ilahi lütuf ve ihsan birbirini takip eder. Yolcu, tevazu kanatlarını gerdikçe ilahi rahmete nail olacaktır. Çünkü o, hak kapısının bir yoksuludur.

Nezd-i Hak’da olmak istersen ulu,

Mur ile mur ol, sakin itme ulu

Allah katında yücelmek istersen, karınca ile karınca ol, büyüklenme.

Kibr ü kübrün çünki birdür sureti,

Kibri terk it ta bulasın devleti.

İbadetlerin yerine getirilmesinde bile, kibir ve kendini beğenmişlikten sakınmaya davet eder.

Sivasi, Allah’ın huzurunda tevazuyla yüzlerimizi yere sürmemizi ister.

Güneş gibi yüzün yere sür ey Şemsi, tevazu ile,

Dilersen zerre gibi konasın ruhsar-ı insana

İhlas hassasiyeti

Mücahede, sabır, tevazu ile her türlü övgüye layık olan güzel ahlakı (ahlak-ı hamide) gaye edinen hak yolcusunun hayatı, merasimden ibaret olamaz. Attığı adımlar, ibadetleri, hayırlı işleri, benimsediği ahlaki nitelikler ancak ihlas ile anlam kazanır. Tasavvufi hayatın esası samimiyettir.

Pes ihlas olmasa bu cümle a’mal,

Nemeksiz aş gibidir etme ihmal,

Beytiyle ihlassız ameli, tuzsuz aşa benzetir.

Tohum gibi durur a’male niyyet,

Ne diksen onu verir arz-ı himmet

Diyerek ihlası tohuma benzetmektedir. Kişi ne kadar ihlaslı olursa olsun, en küçük (riya) iki yüzlülük emarelerinin bile, ihlas güneşinin nurunu yok edeceğini, riya zerresinin ihlas dağını un ufak edeceğini söyler.

Veli ger dağ ola ihlasın ey şad,

Riyadan zerre eder onu ifsad.

Hak yolunun yolcusunun kalbi dünya sevdasında oldukça, istikametini kıbleye çevirse de bir anlam ifade etmez. Gönül Hakk’a boyun eğip, huzura kavuşmamışsa, secdeye varsa, ona bu ibadet ne kazandırır? Riya ile (iki yüzlülük) tahsil edilen ilim, riya ile yapılan hayır ve hasenat, ibadet değil; doğru yoldan ayrılmak, yoldan çıkmak demektir. İhlas kişiyi dengeli ve tutarlı kılar.

Sakın tenha diye isyana zinhar eyleme cür’et,

El, ayak, göz, kulak hazır hazer kıl bu şuhudundan.

Zikir Diriliği

Tövbeyle arınan, fakr makamıyla kayıtlardan sıyrılan, mücahede ruhuyla gayret kemerini kuşanan, sabır ve sebatla hakikat yolculuğuna çıkan, düşünce ve davranışlarına ihlas ilacını katan yolcu, Allah’ın adını anmak suretiyle, (zikirle) Allah ile olan bağını canlı tutar. Şemseddin Sivasi’ye göre zikir sadece dille yapılmaz. Dilimiz Allah’ın zikrini terennüm ederken, gönlümüz Hakk’a bağlı kalmalı, lisanen ve kalben zikrederken elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, şükür makamında olmalı. Benlik derdinden kurtulup bendelik (kulluk) ruhuyla gizli gizli zikredip, gözyaşı dökmeliyiz.

Sivasi’ye göre zikir Kur’an’dır, namazdır, niyazdır, tefekkürdür, teslimiyettir, muhabbettir, arzu, istek, özleyiştir. Allah’ın isimlerini kalbimize yerleştirmektir. Allah’ın bütün isimleri mukaddestir. Ama İsm-i A’zam duası liyakat makamıdır. Sivasi, hak yolunun yolcularından “Hu” zikrini dillerinden düşürmemelerini, lafza-i Celal zikrini gönüllerinde tefekküre dönüştürmelerini ister. Ömrünü zikir safasıyla geçiren Sivasi, Süleymaniyyesi’nde, Allah’tan kendisini zikir ehli kılmasını niyaz eder.

Beni şevkinle pür-şevk eyle ya Rab,

Senin zevkinle pür-zevk eyle ya Rab.

Derunum pür-safa kıl fikrin ile,

Birunum ana uydur zikrin ile.

Seni bildir yolunda fani eyle,

Ne ki sana yanarsa anı eyle.

……………….

Seninle göreyim her ne görürsem,

Seninle yürüyem ta ki yürürsem.

Seninle söyleyem senden işidem,

Gönül kandilini senden ışıdam.

Şemseddin Sivasi 1520’de Tokat/ Zile’de doğmuş, küçük yaşlardan itibaren tasavvufi hayatı teneffüs ederek büyümüştür. Tokat’ta Arakiyecizade diye tanınan Mevla Şemseddin Mahvi Efendi’nin yanında yetişmiştir. Tokattan İstanbul’a giderek ilim tahsilini devam ettirmiştir. Şer’i ilimlerde ileri düzeyde birikim sahibi olup, Sahn Medresesi’nde müderris olmuş, İstanbul’da bir süre medreselerde ders vermiştir. Dört Osmanlı sultanının (Kanuni Sultan Süleyman, 2. Selim, 3. Murad, 3. Mehmed) devirlerinde yaşamış, hepsinden de hürmet ve ilgi görmüştür. Halvetiyye tarikatının Şemsiyye kolunun kurucusudur.

İstanbul’da yaşadığı iç huzursuzluk sebebiyle, tasavvufi arayışlar içine girmiş, hac vazifesini yaptıktan sonra memleketi Zile’ye dönen Şemseddin Sivasi; Zile’de Muslihiddin Efendi’nin dergahına gider. Hocasının vefatından sonra, Tokat’a yeni gelen Abdülmecid-i Şirvani’nin meclislerine katılır. Burada aradığını bulan ve huzura eren Şemseddin Efendi nefsini terbiye eder, altı ay gibi kısa bir sürede seyr u sülükunu (cehaletten bilgiye, kötü ahlaktan güzel ahlaka, iyiden mükemmele doğru yapılan, manevi ve kalbi yolculuk) tamamlar. Şeyhinden seccade ve asa alır. Memleketi Zile’ye halife (şeyhi adına irşad faaliyetlerinde bulunan) olarak görevlendirilir. Şemseddin Sivasi’nin şöhretini duyan Sivas Valisi Koca Hasan Paşa, Sivas’ta yaptırdığı ve yanında dergâhı bulunan camide imamet ve meşihat (mürşitlik, yol göstericilik) yapmak üzere kendisini davet eder. Daveti kabul eden Şemseddin Sivasiailesiyle birlikte Zile’den ayrılıp Sivas’a gider ve vefatına kadar Sivas’ta ilmi ve tasavvufi çalışmalarını sürdürür.

Şemseddin Sivasi, ömrünün son yıllarında, 3. Mehmet ile “Eğri” seferine (1596) katıldıktan sonra, padişahın İstanbul’da kalması yönündeki ısrarına rağmen, Sivas’a dönen Sivasi, 1597’de vefat eder. Sivas Meydan Camii haziresine (cami, türbe ve tekke bahçelerinde etrafı parmaklık veya duvarla çevrili olan mezarlık) defnedilmiştir. Şemseddin Sivasi dikkate değer bir tarafı da Mesneviciliğidir. Tespit edilebildiği kadarıyla muhtelif kütüphanelerde bulunan on bir manzum eserinden dokuz tanesi mesnevidir. Süleymaniyye, İbret-numa, Mevlid, Gülşen-abad, Heşt-bihişt, Mir’atü’l-ahlak, Menakıb-ı İmam-ı A‘zam, Umdetü’l-Huccac’dır. Tasavvuf edebiyatımızın Şemsi Tebrizi ve Akşemseddin’den sonra üçüncü Şemsi olan, Şemseddin Sivasi’nin ruhuna Fatihalar gönderiyoruz.

Aşıkın çok derdi amma, sırrın izhar eyleyemez,

Söylemesi terk-i edep, çünkü destur olmadan…

 

Kaynakça: Şemseddin Sivasi’nin Tasavvufi Tecrübesi’nde Rızay-ı Bari Düşüncesi, Kadir Özköse/

Şemseddin Sivasi, Hayatı, Şahsiyeti, Tarikatı, DergiPark/ Şemsi-Şemseddin Sivasi, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ahmet Yesevi Üniversitesi

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Henüz anket oluşturulmamış.
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI